Birleşmiş Milletler tarafından 3 Aralık tarihinin Dünya Engelliler Günü olarak ilan edilmesinin üzerinden 31 yıl, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi'nin, Türkiye tarafından imzalanarak iç hukuk normu (üst norm) haline gelmesinin üzerinden 14 yıl geçti.
Geçen bu uzun zaman içinde, Anayasamızda “insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımı yapılan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, engelli bireylerin ayrımcılıktan uzak, eşit yurttaşlar olarak toplumsal yaşamda yer almasının önündeki engelleri ortadan kaldıramamıştır.
Bugün hâlâ, ülkemizdeki engelli yurttaşlarımızın eğitim, sağlık, adalet, vb. kamu hizmetlerine erişimindeki zorlukları aşamamaları, Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmelerden doğan haklarını kullanamamaları gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Engelliler Hakkındaki Kanun ve Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ile normatif açıdan güvence altına alınan, engelli bireylerin diğer bireylerle eşit koşullarda bağımsız yaşayabilmelerinin ve yaşamın tüm alanlarına etkin katılımının sağlanması olgusundan söz etmek mümkün değildir. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler, bu düzenlemelerden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmemekte, engellilerin toplumsal yaşamın bir parçası olmalarına ilişkin koşullar yaratılamamaktadır.
Ülkemizde, engelli bireylere ilişkin ve erişilebilir güncel bir veri tabanı dahi bulunmamaktadır. Son olarak 2013 yılında yayınlanan veriler ve bilgilerle, bu alanda planlama yapılması, devam eden ve sürekli artan sorunların tespit edilmesi, bu sorunlara çözüm üretilmesi mümkün değildir.
Tüm bu süreçlerde hatalı olan, yönetim organları ve toplumda geçerli olan, engellilere yönelik “hayırsever yaklaşım” ve “engellilerin toplumsal yaşama kazandırılmaları(!) amacı” ile yürütülen çalışmalardır. Hak temelli değerlendirmeden uzak, acıma duygusu ile biçimlenen bu bakış açısı, engellilerin eşit, özgür ve onurlu bir yaşam sürme hakkının önündeki en büyük engeldir. Devlete bağlı kurumların sorumluluklarını tam ve eksiksiz olarak yerine getirmemeleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından değişik yıllarda yayınlanan vizyon belgelerinde, engellilere yönelik olarak konulan hedeflere ulaşılamaması, bu alana özgü çalışma ve etkinliklerin çoğunun somut çözümleri üretememesi, sınırlı düzenlemelerin ve iyileştirmelerin bir “lütuf” olarak sunulması ve yetinilmesi, yaşanan sorunların insan hakları bağlamında ele alınmamasından kaynaklanmaktadır.
Aslında değişmesi, değiştirilmesi gereken bu hatalı yaklaşımdır. Engelli bireylerin topluma kazandırılması değil, devlet kurumlarına ve topluma bu bilincin kazandırılması amaçlanmalıdır. Ancak bu durumda engelli yurttaşlarımızın önündeki kalın duvarlar yıkılabilir, engeller ortadan kaldırılabilir.
Engellilerin ulaşım, sosyal yaşama katılım, çalışma, vb. haklarını kullanmaları sağlanmalı, adalet, eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinden eşit biçimde yararlanmalarının çevresel koşulları yaratılmalıdır. Kapalı bir yaşama mahkum edilen engelli bireylerin ayrımcılıktan uzak, eşit bireyler olarak yaşama hakkının gerekleri yerine getirilmelidir.
İzmir Barosu olarak, engelli yurttaşlarımızın, eşit, özgür ve onurlu bir yaşam için sürdürdükleri mücadelede onlarla yan yanayız, bu mücadeleyi destekliyoruz.
Saygılarımızla.